22 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / EHL-İ TEVHİD, EHL-İ ZİKİRDİR
EHL-İ TEVHİD, EHL-İ ZİKİRDİR

EHL-İ TEVHİD, EHL-İ ZİKİRDİR ABDULLAH DÂİ

Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Allah’ı zikretmek, muhakkak en büyük olandır.”1 buyurur.
Allah’ı zikretmek… Kul, yegâne Rabbi ve İlâhı Allah Teâlâ’yı hiç unutmadan anması, her ânında O’nun huzurunda olduğunu ve O’nu görüyormuşçasına O’na ibadet etmesi, yani emrolunduğu gibi davranıp itaat eylemesi demektir…
Meşhur müfessirlerden Elmalılı M. Hamdi Yazır (rh.a.), bu ayeti şöyle açıklar:
“Asıl bütün incelikleri, detayları ve gerçeği ile Allah Teâlâ’yı anmak ve O’nun azamet ve kibriyâsı huzurunda kulun değişiklikleri ve tavırları ile âcizlik ve ihtiyacını arzetmesi demek olan namaz, en büyük amel veya açık ve gizli kötülüklerden men’ için en büyük sebebtir. Veya Allah Teâlâ’nın sizi anması, sizin O’nu anmanızdan daha büyüktür.2 Kul, Allah Teâlâ’yı azameti ve cemaliyle hatırladığı zaman, O’nun yüce huzurunda açık ve gizli kötülüklerden kaçınarak edeb ve samimiyet ile yükseleceği gibi, Allah Teâlâ’nın O’nu hatırlamasını düşündüğü zaman, İlâhî huzurda zerre kadar kötülük ile anılmayı kimse arzu etmeyeceğinden, her ân Allah’ın hoşnutluğuna ve rızasına yükselmek için, iyilik duygusu ile dopdolu olur. Ve şübhe yok ki bu duygu, evvelkinden daha büyük bir kurtuluş vesilesi olur. Düşünmeli ki Allah, Kur’ân’da Firavun gibilerini nasıl anıyor, Peygamberleri ve mü’minleri nasıl anıyor?”3
Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle, kulu ve Rasulü Musa (a.s.)’a ve O’nun sıfatında bütün muvahhid mü’min kullarına hitaben şöyle buyurur.
“Gerçekten Ben, Ben Allahım, Benden başka ilâh yoktur. Şu hâlde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.”4
Rabbi Allah’ı anmak için farzıyla, nafilesiyle namazı dosdoğru kılan ve her ânında canlı tutan muvahhid mü’minler, hayatlarının her vaktinde Allah’ın huzurunda olduğunu hatırlayarak ömrünün idâme ederler… Hangi hâlde olursa olsun Rabbi Allah’ı anar, unutmadan hatırda tutar ve o hâlinde nasıl emrolunmuşlar ise, yegâne önderleri Rasulullah (s.a.s.)’i örnek edinerek yaşarlar…
Urve (rh.a.) nakleder:
Mü’minlerin annesi Âişe (r.anha):
-Rasulullah (s.a.s.), (zamanın) her ânında Allah’ı zikrederdi, demiş.5
Her hâllerinde örnek almakla emrolundukları Rasulullah (s.a.s.)6 gibi ibadet etmeye gayret eden muvahhid mü’minlerin zikirsiz bir ânlarının geçmemesi gerekir… Yani, her ânlarında Rabbleri Allah’ı anmalıdırlar…
İşte Rabbimiz Allah’ın emri:
“Rabbini, sabah-akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.”7
Allah Azze ve Celle, kadın olsun, erkek olsun katıksız iman eden muvahhid mü’min kullarının vasıflarını beyân buyurduğu ayet-i kerimesinde şöyle buyurur:
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Allah, her şeye güç yetirendir.
Şübhesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahibleri için gerçekten ayetler vardır.
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) ‘Rabbimiz, Sen bunu 
boşa yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.”8
“(Bu nûr,) Allah’ın onların yüceltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah-akşam O’nu tesbih ederler.
(Öyle) adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten tutkuya kaptırıp alıkoymaz. Onlar, kalblerin ve gözlerin inkılâba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.
Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara kendi fazlından arttıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.”9
Katıksız imanın ihâtâ ettiği muvahhid mü’min şahsiyetlerin kalbleri ancak yegâne Rabbleri Allah Teâlâ’yı anınca, rahat eder, huzur bulur ve sakinleşir…
“De ki: ‘Şübhesiz Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır, kendisine katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip iletir.’
Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun, kalbler, yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.
İman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır).”10 diye buyurur, kendisinden başka kanun koyucu bulunmayan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ!..
İnsanların Rabbi, Meliki ve İlâhı Allah’ı zikir ve tesbih eden muvahhid mü’minler, siyasetten yargıya, eğitimden ekonomiye, aileden devlete hangi makam ve mevkide iseler orada, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmederken, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ni örnek edinmelidir… Bu hâl, Rabbi Allah’ı zikredip tesbih eden iman ehli kulun hâlidir…
O katıksız iman ehli, izzetli ve şerefli kullar ki, Allah Teâlâ kendilerine şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve Rasulüne itaat edin ki, merhamet olunasınız.
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın. O, muttakîler için hazırlanmıştır.

Onlar, bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.
Ve çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar, yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.
İşte bunların karşılığı, Rabblerinden bağışlanma ve içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) yapıp edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var).”11
Dünya İslâmî hareketin birer parçasında yerlerini alan muvahhid mü’minler, iman bakımından kâmil oldukları gibi, amel bakımından da salih olmaları lazım… En güzel ahlâk sahiberi oldukları gibi, nefis terbiyesinde de olgun olmaları gerekir… Ruh ve kalb terbiyesini asla ihmal etmemeli, Rabbi Allah ‘ı çok zikrederek, tesbihat ile birlikte çokça istiğfar yapılmalıdır… Bütün bunlar, yegâne önderimiz, hayat örneğimiz ve mürşidimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzere olmalıdır…
Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor:
Rassulullah (s.a.s.)’e, kendilerini aşırı bir şekilde ibadete veren bazı kişilerden bahsedilince şöyle buyurdu:
“Bu, onların İslâm’a (ibadete) olan coşku ve şevkini gösterir. Ancak her coşku ve şevkin bittiği zamanlarda kişi, itidalli bir şekilde amellere ve sünnete tutunursa, asıl yapılması gerekeni yapmış olur. Coşku ve şevkin bitmesi kişiyi, günahlara sevkediyorsa helâk olmuş demektir.”12
İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.)’in “Müsned”de kaydettiği aynı hadisin bir başka rivayetinde şu cümle yer alır:
“Coşku ve şevkin bittiği zamanlarda kişi, Kitab’a ve Sünnet’e tutunursa, asıl yapılması gerekeni yapmış olur.”13
Tertemiz saf İslâm ile tanışan, İslâm’ı anlayıp kavrayan ve işgal altındaki İslâm topraklarında egemen zalim tağutların zulmü altında yaşayan muvahhid mü’minler, bütün olumsuz hayat şartlarına ve zorlu zamanlarındaki coşku ve şevki devam ettirmelidirler… Dâvâ ve ihyâ erlerine yakışan ve kendilerinden beklenen budur!.. İslâm’ı tebliğ, Allah’a davet ve cehâlet içinde bırakılan insanları irşâd vazifesini hakkıyla yapmaya gayret eden, birbirlerinin kardeşleri ve velîleri olan ihyâ erleri, gayr-i İslâmi ve tağutî yönetimlerden kaynaklanan engelleri bahane ederek bu vazifelerinden vazgeçemez, işi kendi hâline bırakamazlar… Gerek ferdî ibadetlerindeki coşku ve şevki, gerekse Dâvâ vazifesindeki coşku ve şevki, Allah yolunda ve Allah için dinmeden, sürekli olmalıdır…
“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.”14 diye buyurur mü’minlerin velisi Allah Teâlâ!..
Gerek ferdî ibadetlerde, gerek toplumsal çalışmalarda, gerekse dâvâ adına yapılması gerekli olan vazifelerde zaman zaman bazı olumsuzluklar, hafif sarsıntılar ve sıkıntı oluşturan durumlar olabilir… Muvahhid mü’minler, bunlara karşı dik durmalı, gevşememeli ve ümidini yitirmemelidir… Onlar, devamlı bir şekilde “Kur’ân’a ve Sünnet”e sımsıkı sarıldıkları gibi, birlik ve beraberliklerine de sımsıkı sarılmalı, dağılmamaya, ayrılmamaya var güçlerince gayret etmelidirler… Sabretmeli, dayanmalı ve direnmelidirler…
“Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.”15
 buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ, bütün insan kullarına gönderdiği son Nebî ve Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e şöyle söylemesini emrediyor:
“De ki: ‘Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar (muttakîler) için Rabblerinin katında içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir.’
Onlar: ‘Rabbimiz, şübhesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru’ diyenler,
Sabredenler, sadık olanlar, gönülden boyun eğenler, infâk edenler ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.”16
Bunlar, katıksız iman edip, yegâne önderleri Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzerine yaşamaya gayret eden muvahhid mü’minlerdir… Dâvâ ve ihyâ erleridir… Dosdoğru olup istikamet üzere Allah yolunda durmadan devam edenlerdir… Kulluk vazifelerini coşku ve şevkle yapmaya çalışırken, zaman olur ki aralarından bazı şahsiyetlerde gevşemeler gündeme gelebilir… Gerek ferdî, gerek toplumsal vazifelerde gevşeklik gündeme geldiğinde itidalli davranmak gerek!.. Dünkü coşkuyu, şevki ve gayreti kendisinde bulamayan muvahhid mü’min şahsiyet, kendisinde kalanı kaybetmemeye, tamamen uzaklaşmamaya, hak dâvâsından vazgeçmemeye ve doğrudan sapmamaya çalışmalı, Kur’ân’a ve Sünnet’e sarılarak orta halli devam etmeli, tâ ki ortaya çıkan bu olumsuz şartların değişmesine kadar!.. Dünkü gibi çokça çalışamıyorsa da , çalışmaktan büsbütün el-etek çekmemelidir!.. Muvahhid mü’minlerle beraber olmalı ve İslâm cemaatinden ayrılmamalıdır!..
Mmü’minlerin annesi Âişe (r.anha) anlatır:
Bir kere Rasulullah (s.a.s.)’ê:
-Amellerin hangisi Allah’a daha sevimlidir? diye sordular.
Rasulullah:
“Az olsa da en devamlı yapılanıdır.” buyurdu ve:
“Sizler amellerden tâkat getirebileceğiniz kadarını üzerinize alın!” tavsiyesini de ilave etti.17
Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), bana:
“Ya Abdullah, sen falân gibi olma! O, geceden bir kısmında namaza kalkar idi, sonra gece namazını terketti.”18
İmam Muhyiddin en-Nevevî (rh.a.), “Sahih-i Müslim Şerhi” adlı meşhur eserinde şunları kaydeder:
“Hadis-i şerifte Nebî (s.a.s.)’in ümmetinde olan kemâl derecesindeki şefkat ve merhameti dile getirilmektedir. Çünkü onlara kendilerini ıslâh edecek yolu göstermiş bulunmaktadır ki, bu da herhangi bir zorluk ve zarar ile karşılaşmaksızın devamlı yapabilmeleri mümkün olan amellerdir. Böylelikle nefis, bunları gayretle yerine getirir, kalb de rahatlıkla bunları ifâ eder ve bununla da ibadet tamam olur. Oysa zorluk ve meşakkatle yapılan amellerde durum böyle değildir. Bu gibi amelleri kişi, ya terk eder yahud bir kısmını bırakır ya da zorlanarak yapar. Kalbi neşe ve sevinç içinde olmaz. Bunun sonucunda da pek büyük bir hayrı elden kaçırır. Sanı yüce Allah ise, bir ibadeti alışkanlık hâline getirdikten sonra aşırıya kaçan kimseler yermiş ve şöyle buyurmuştur:
“(Bir bid’at olarak) türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah’ın rızasını aramak için (türettiler) amma buna da gerektiği gibi uymadılar.”19
Bu ifadeler ile amele devam etmek teşvik edildiği gibi devamlı yapılan az amelin sonradan kesintiye uğratılan çok amelden hayırlı olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Devamlı olan az amelin sonradan kesintiye uğratılan çok amelden hayırlı olmasının sebebi ise, az olan amelin devamı ile itaatin, zikrin, murakabenin, niyetin, ihlâsın, şanı yüce Allah’a yönelmenin devam etmesi dolayısı iledir. Diğer taraftan devamlı ve az olan bir amel semeresi (verimi) sayesinde, kesintiye uğrayan çok amele göre kat kat artış gösterir.”20
İmam en-Nevevî (rh.a.) de belirttiği gibi, muvahhid mü’min şahsiyetin olgunlaşması ve örnek bir kişi olması için kendisinden istenen kulluk vazifesini devamlı bir hâle getirmesi gerekir… Akide konusunda olsun, salih amel konusunda olsun İslâm’ın sabit olan değerlerine gereken kıymeti verip itaat etmeli, kendisi de bu sabit değerler üzerinde sabit kalmalıdır… Günübirlik değişenler gibi, rüzgar ne taraftan eserse ona göre hareket etmemeli, hak üzere sağlam durmalıdır… Amel konusunda az da işleyecek olursa, Sünnet’e uygun işlemeli ve hayırda ihlâs ile devam üzere olmalıdır… Amelleri salih olan muvahhid mü’minlerin, birbirlerine destek verip yardımcı olmaları gerekir… Bu durum, onların iman kardeşi oluşlarının gereğidir… Salih amelleri terk edenler, iman konusunda bir sapma göstermezlerse de, haram ve günahlara meylederler… Allah’a karşı isyanı gündeme getirir ve bu kötü durum devam ettikçe imanına da zarar verir, hattâ onu öyle bir hâle getirir ki, kendisine küfür ve şirk amelleri bile işlettirir… Bundan dolayı yegâne hayat örneğimiz ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu durumu “helak olur” diye beyân buyurur!..
Abdullah b. Amr (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“Her amelin coşku ve şevkle yapıldığı bir zaman vardır. Ancak her coşku ve şevkin dinip bittiği bir zaman vardır. Böylesi bir zamanda Sünnetime tutunan kişi kurtulmuş demektir. Başka şeylere meyleden kişi ise helâk olur.”21
Mücahid (rh.a.) anlatıyor:
Yahya b. Ca’de ile birlikte Ensar’dan ve Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabı’ndan bir adamın yanına girdik. Adam, bize şunu anlattı:
Rasulullah (s.a.s.)’in yanında, Abdulmuttalib oğullarına aid bir cariyenin gecelerini namazla, gündüzlerini oruçla geçirdiği söylendi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Amma ben, geceleri hem uyuyor, hem namaz kılıyorum. Gündüzleri de bazen oruç tutuyor, bazen de tutmuyorum. Bana uyan, benden (dinimden) olur. Sünnetimden yüz çeviren de benden değildir.
Her amelin coşku ve şevkle yapıldığı bir zaman vardır. Ancak her coşku ve şevkin dinip bittiği bir zaman da vardır. Böylesi bir zamanda bid’ata dalan kişi, dalâlete düşmüş demektir. Böylesi bir zamanda sünnete tutunan kişi de hidayete ermiş olur.”22
Hidayet ve kurtuluş, önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in izinden gitmek ve O’nun Sünneti üzere yaşamaktır… Rasulullah (s.a.s.)’den olmak demek, O’na uymak, O’nu örnek edinmek ve O’nun gibi inanıp amel etmek demektir… O’nun Sünneti’nden yüz çevirenlerin, O’ndan olmadığını beyân eder Rasulullah (s.a.s.)!.. Ferdden devlete, yargıdan siyasete, ahlâktan ekonomiye hayatın bütününde Rasulullah (s.a.s.)’e tâbi olanlar, O’nun izinde, O’nun yolunda ve O’nun kabul ettiklerindendir… Ferd’î ibadetlerden, toplumsal vazifelere kadar, her makamda, her mev’kide ve her merhalede Rasulullah (s.a.s.)’e uymak ile emrolunan muvahhid mü’minler, emrolundukları gibi davrandıkları takdirde, kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirmiş, Rabbleri Allah’ın emrettiği vazifelerini yapmış, böylece Allah’ın razı olduğu kullar olmuşlardır…
Allah Teâlâ, kulu ve Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e hitaben şöyle buyurur:
“De ki: ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.’
De ki: ‘Allah’a ve Rasulüne itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.”23
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, kıyamete kadar gelecek bütün insan kullarına gönderdiği kulu ve Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e uymayı, itaat edip gösterdiği şekilde hareket etmeyi emrediyor… Eğer insanlar, Allah’a ve Rasulüne itaat etmez, yüz çevirir, ya hevâlarını ilâhlaştırıp ona kul olur, ya da kullara kul olacak olursa, “Şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.” olduğu apaçık beyân edilmiştir…
Dâvâ ve ihyâ erleri olan muvahhid mü’minler, birer mü’min-i kâmil olmak için, nefislerini tezkiye etmek, ahlâklarını güzelleştirmek ve ruhen olgunlaşmak mecburiyetindedirler… Bu, onların olmazsa olmazıdır… Allah’ı zikir, tesbih ve emredilen ibadetleri ihlâs ile yapmak sonucu arzulanan olgunluk ortaya çıkar… Allah’a çağıran davet erleri, salih amellerde bulunmak ile örnek şahsiyetler olur, insanları davet ederken sözünün tesirli olmasını sağlayabilir… İhlâs ile gönülden dile gelen sözler, gönüllere tesir edebilir…
Rabbimiz Allah Teâlâ uyarıyor:
“Siz insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz Kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?”24
İmam Ebu Mansûr el-Mâtürîdî (rh.a.), “Te’vîlâtü’l-Kur’ân” adlı tefsirinde şöyle der:
“Ayet-i kerimenin hem İsrailoğulları’na, hem de bütün müslümanlara yönelik bir hitab olması da ihtimal dahilindedir:
Herhangi bir iyiliğin yapılması konusunda başkasına yapılacak telkini, kişinin kendisine de emretmesi. Aslında yapılması gereken şey, işte kendinden başlaması, sonra başkasına telkinde bulunmasıdır. Bu metod, daha faydalı olduğu gibi, daha kolay benimsemeyi de sağlamaktadır. Aklınızı kullanmıyor musunuz? Bu usûlün aklen gerekli olduğunu anlamıyor musunuz? İlk teşebbüsü kendisini düzeltmekle yapması, sonra başkasına emretmesi.”25
Bu olgunluk olmadıkça, sözlerin muhataba tesir etmeyeceği malumdur… Hâl ile yapılan tebliğ, dil ile yapılandan çok daha tesirli olduğu ehline malumdur!..
Tevhid ehli olan mü’minler, zikir ehlidirler… Zikir ehli olan iman ehli kullar, Rabbleri Allah’a şükür makamındadırlar… Şükredenler, sabredenlerdir… Sabredenler, üzerlerine düşen görevi imkânlarınca yetine getirmeye çalışan ve Allah’a tevekkül edenlerdir…
Ruhen ve ahlâken olgunluğa eren muvahhid mü’minler, dünya hayatının izzetlileri, âhiret hayatının cennetlikleridir!.. En güzel ve mutlu edici müjde onlar içindir, hem de Âlemlerin Rabbi Allah tarafından…
“Haberiniz olsun, Allah’ın velîleri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.
Onlar, iman edenler ve (Allah’dan) sakınanlardır.
Müjde, dünya hayatında ve âhirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”26
İman edip, imanlarına zulmü, yani şirki ve küfrü karıştırmayanlar, bid’at ve hurafeden uzak kalanlar ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzere emrolunan salih amelleri işleyenler, Allah’ın velisi olanlardır… Allah Teâlâ, kendisine velî olanların velisidir!..
“Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekleyicisi)dir. Onları karanlıklardan nûra çıkarır.”27 diye buyuran Rabbimiz Allah, velîleri olan muvahhid mü’min kullarının sahibi ve koruyanıdır…
Bundan dolayı muvahhid mü’minler hiçbir şübheye düşmeden:
“Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir.”28 derler.
Dediklerine katıksız iman eder, yaşar ve toplumda yaşanması için mücadele ederler…
Dâvâsı ve gayesi, Allah’ın ahkâmının hayata egemen olması olanlar, İslâm’ı kendi hayatlarına hakim kılmalıdırlar… Elbette ki, Rabbimiz Allah’ın bize lütfettiği imkânlardan mes’ul olduğumuz bilinen bir gerçektir… Bu imkânlar çerçevesinde olgunlaşmaya gayret eden dâvâ ve ihyâ erleri, ibadetin beyni olan duâ ile yegâne Rabbleri Allah’a duâ etmeli:
“Rabbimiz, Sen bizim mevlâmızsın, kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”29
Yegâne Rabb, Melik ve İlâh Allah Teâlâ ile O’na katıksız iman eden muvahhid mü’min kulları arasında en sağlam bağ, duâ ve zikirle beraber tam teslimiyet ile itaattir!..
İbn Ebî İmrân (rh.a.)’den.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Her kim Allah’a itaat ederse, gerçekten Allah’ı zikretmiş olur. İsterse bu kimsenin namazı, orucu ve Kur’ân okuması az olsun. Her kim de Allah’a isyanda bulunursa, gerçekten o kimse Allah’ı unutmuş (zikretmemiş) olur. İsterse bu kimsenin namazı, orucu ve Kur’ân okuması çok olsun.”30
Bilâl b Sa’d (rh.a.) şöyle der:
-Zikir iki çeşittir. Allah’ı dil ile ve her şekilde zikretmek güzel bir şeydir. Ancak itaate yönelten ve masiyetten alıkoyan zikir daha güzeldir.
İsmail b. Ubeydillah anlatır:
Ümmü’d-Derdâ (r.anha):
“Allah’ı zikretmek, muhakkak en büyük olandır.” (Ankebut,29/45) buyruğunu açıklarken şöyle dedi:
-Namaz kılman, oruç tutman ve yaptığın her hayırlı şey, Allah’ı zikretmektir. Sakındığın her kötü şey de Allah’ı zikretmektir. Bunların en üstünü de Allah’ı tesbih etmektir.31
Dünya hayatında da, âhirette de ne mutlu o izzetli muvahhid mü’minlere ki Allah’ı, kalbleriyle, ruhlarıyla, dilleriyle ve hâlleriyle zikredip itaat ettiler!.. Ne mutlu!..
Ankebut, 29/45.
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitab ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir Rasul gönderdik.
Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.” Bakara, 2/151-152.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. T.y, c. 6, sh. 242. (Yenda Yayınları)
Sadeleşmiş nüsha: c. 6, sh. 223-224. (Azim Yayınları)
Taha, 20/14.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Hayz, B. 30, Hbr. 117.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ezân, B. 19 (Bab başlığında)
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’t-Tahâre, B. 9, Hbr. 18.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’t-Tahâre, B. 11, Hbr. 302.
Sünen-i Tirmizi, Kitabu’d-Daavat, B. 8, Hbr. 3606.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 10, sh. 223, Hbr. 14286-14288.
Bkz. Ahzab, 33/21, Âl-i İmrân, 3/31-32.
A’raf, 7/205.
Âl-i İmrân, 3/189-191.
Nûr, 24/36-38.
Ra’d, 13/27-29.
Âl-i İmrân, 3/132-136.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, sh. 360, Hds. 22100.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. Adem Yerinde – Mahmut Bilici, İst. 2008, c. 4, sh. 168, Hds. 3586, Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’den.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, sh. 361, Hds. 22101.
Âl-i İmrân , 3/139.
Bakara, 2/153.
Âl-i İmrân, 3/15-17.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikâk, B. 18, Hds. 52.
Sahih-i Müslim, Kitabu Salâti’l-Müsafirin, B. 30, Hds. 216.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu Salâtu’t-Tatavvu’, B. 27, Hds. 1368.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Kıble, B. 13, Hds. 762.
Kitabu’l-İmân, B. 29, Hds. 5002.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Zühd, B. 28, Hds. 4240.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, sh. 143-154, Hds. 6251-6281.
18)Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Teheccüd, B. 19, Hds. 32.
Sahih-i Müslim, Kitabu’s-Siyâm, B. 35, Hds. 185.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu İkametü’s-Salâ, B. 174, Hds. 1331.
Sünen-i Nesâî, Kitabu Kıyamu’l-Leyl, B. 59, Hds. 1763-1764.
Hadid, 57/27.
İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi – el-Minhâc, çev. M.Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 4, sh. 276-277.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, sh. 361, Hds. 22102.
Nûreddin el-Heysemî, Sahih-i İbn Hibbân Zevâidi, çev. Hanefi Akın, İst. 2012, c. 1, sh. 375, Hds. 653.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, c. 4, sh. 166, Hds. 3560, Bezzâr’dan.
Kuzâî, Şihâbu’l-Ahbâr Tercümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst. 1999, sh. 198, Hds. 660.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, sh. 367, Hds. 22117.
Abdullah b. Mübarek, Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekâik, çev. Abdullah Samed Afaracı, Ank. 2015, sh. 355, Hds. 1102.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 4, sh. 165, Hds. 3563.
Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’de, Ca’de b. Hubeyre (r.a.)’dan.
Âl-i İmrân, 3/31-32.
Bakara, 2/44.
Ebu Mansûr el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, çev. Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, İst. 2015, c. 1, sh. 143.
Yunus, 10/62-64.
Bakara, 2/257.
Âl-i İmrân, 3/173.
Bakara, 2/286.
Beyhakî, Şuabu’l-İmam, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 1, sh. 601, Hds. 677.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 4, sh. 164, Hds. 3559.
Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’den.
Beyhakî, Şuabu’l-İman, c. 1, sh. 600, Hbr. 675-676.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul